Seyahat

‘Yeni deneyimler zihnimize ekilen tohumlar gibidir’

Seyahate çıktığımızda durup düşünmenin, yediğimiz yemeğin tadına varmanın, adım attığımızda seken taşın sesini duymanın önemine dikkat çeken Gökhan Kutluer yeni kitabı ‘Yavaş Seyahat-
Aheste Bir Ruhun Gözlemleri’nde anı ıskalamamanın en gösterişsiz hallerine değiniyor. Seyahati içsel
bir keşif yolculuğu olarak tanımlayan Kutluer’le söyleşimizde köklerini yanına alıp başka topraklarda yeşermenin inceliklerinden bahsettik.

Seyahat ettiği ülkelerdeki insanları ve kültürlerini gözlemlemeyi sevdiğini söyleyen Gökhan Kutluer’in Milano ve Roma’da çektiği fotoğraflar…

Birçoğumuz şehir hayatında alıştığımız bir yerlere yetişme telaşıyla seyahatlerimizi doyasıya yaşayamıyoruz. Sizce bu özel anların tadına varmanın yöntemi nedir?

Gezdiğiniz yerlerle bağ kurmanızın yolu kusursuz tanıklıktan geçer. Yani ilk kez gördüğünüz bir yerde dikkatinizi gezdiğiniz sokaklara, insanlara, onların tavırlarına ve kültürel farklara verebilirseniz gözlemlediklerinizin miktarı artar. Sadece genel hatlarıyla planlanmış bir seyahate çıkmak, yolculuk esnasındaki karşılaşmaları daha nitelikli kılar.

Yeni yayımlanan ‘Yavaş Seyahat-Aheste Bir Ruhun Gözlemleri’ kitabınızda anı ıskalamamayı anlatıyorsunuz. Biraz bahseder misiniz?

Bir yerden yeterince yavaş geçerseniz oraya ait detayları fark etme şansınız artar. Gezilerinizde kendinizi serbest bırakmayı başarabilirseniz ve aslında çok da merak etmediğiniz yerlerle vakit kaybetmezseniz biraz daha öznel bir deneyime sahip olabilirsiniz. Kişisel meraklarınızın peşinden gidebileceğiniz, tamamen size ait bir yolculuğunuz olur.

Kitabınız için “Kendine bir Paris bulamayanlar için yazıldı” diyorsunuz. Tam olarak neyi kastettiz?

Paris bir dönem yazar ve sanatçıların kendini gerçekleştirmek adına tercih ettiği bir kentti. Ancak dünya artık öyle bir yer değil, herkes her yerde. Bu durum bizi müthiş bir hızla tüketmeye sevk ediyor ve ara sıra durup etrafımıza bakmanın ruhumuza iyi geldiğini unutuyoruz. Gerçekten iyi hissettiğimiz, insanlarıyla da bağ kurabildiğimiz bir yer bulabilirsek oranın bizim Parisimiz haline geleceğine inanıyorum. Çünkü insan aidiyete ihtiyaç duyar. Dönemin sanatçılarının Paris’i seçmesinin en önemli nedeni oradaki canlı topluluktu. Bir şekilde ‘evde’ ve ‘kendi gibi insanlarla’ olmanın konforu söz konusuydu. Bugünlerde insanlar azınlık hissiyle yalnızlığı yaşıyor. Oysa Paris bir grup azınlığın kendini evinde hissettiği bir yer olmuştu.

İtalya’nın kuzeydoğusundaki Dolomit Dağları’ndan biri olan Alta Badia’nın doruklarına doğru yolculuk…

Yürüdüğü yolları, yediği yemekleri, değdiği insanları, ruhunu içine çektiği mekânları paylaşan bir gezginsiniz. Motivasyonunuz nedir?

Yaşamda tutkuyla peşinden gittiği bir şeyleri olan herkesin belli başlı motivasyonları vardır. Ben her yeni günü ve her tanıdığım insanı kutlama ihtiyacı hissediyorum çünkü sahip olduklarımın yarın orada olup olmayacağını bilmiyorum. Ablamın vefatı hayatımda büyük bir iz bıraktı. Beni zaman içinde yürümeyi seven, doğada bir başına mutlu olmayı becerebilen, dağları sırt çantasıyla aşabilen, başka hayatları merak eden, bir flanör (sakince gözlem yapan gezgin) gibi gerçek öykülerin peşinden koşan birine dönüştürdü.

Yolculuklarımız bambaşka bir kimlik mi veriyor bize?

Kesinlikle. Gittiğimiz yerlerden kendimize bir şeyler katabiliyorsak, döndüğümüzde aynı insan olmamız mümkün değil. Yeni deneyimler zihnimize ekilen tohumlar gibidir.

“Geçmişimi şimdiye çağırmak, seyahatlerimde sık tercih ettiğim bir yöntem” diyorsunuz. Bu anlayış seyahatlerinizi nasıl zenginleştiriyor?

Bence köklerimizden beslendiğimizi kendimize sık sık hatırlatmamız gerekiyor. Çünkü onlar geçmişte yolculuk edebilmemizi sağlıyor. Geçmişten birilerinin hikâyesini biliyor olmak da rotamızı ne yöne çevireceğimize kılavuzluk edebilir.

Seyahatlerinizde ilham aldığınız yerler ve kültürler hangileri?

Dağlar ve restoranlar. Dağlardaki yürüme rotalarında izinizi kaybetmemeniz için işaretler koyulduğunu ve notlar bırakıldığını görünce kendinizi dev bir ailenin parçasıymış gibi hissediyorsunuz. Restoranlarda da o birbirine karışan çatal-kaşık sesleri, kahkahalar, masanın dengeyi bozan ayağının altına sıkıştırılan bir kâğıt ve daha pek çok şey bana hayat veriyor. İlham aldığım kültürse Kuzey ülkeleri. Kişisel sınıra önem vermeleri ve iletişime açık olmaları sebebiyle Norveç ve Danimarka gibi ülkelerde kendimi dingin hissediyorum.

La Via degli Dei (Tanrıların Yolu) rotasını yazmışsınız. Burayı özel yapan ne?

Geçmişi çok eskiye dayanıyor ve manzarası muhteşem. La Via degli Dei, Antik Roma yollarını takip ediyor ve İtalya’nın Toskana ile Emilia-Romagna bölgelerini birbirine bağlıyor. İlk olarak ortaçağda hacılar tarafından kullanılmış. Yolda Etrüskler ve Romalılar gibi eski uygarlıkların izlerini görmek mümkün. Apenin Dağları sizi öyle eşsiz manzaralara sürüklüyor ki olduğunuz yerde saatlerce kalmak, zamandan kopmak istiyorsunuz.

‘GÖZÜNÜZ HEP TELEFONDA OLMAMALI’

◊ ‘Yavaş seyahat’in incelikleri neler?

Seyahat planlaması yaparken gideceğiniz yerin sadece merkezini değil çevresindeki illeri ve kırsalını da düşünün. Örneğin Milano’da yavaş seyahat planlıyorsanız şehri gezdikten sonra çevredeki Pavia, Lodi, Crema gibi kentleri ziyaret ederek buralarda yaşamış yazarları, sanatçıları araştırabilirsiniz. Como Gölü’nün etrafındaki kasabalarda konaklayabilir, esnafla sohbet edebilirsiniz. Ancak gözünüz hep telefonda olmamalı. Kendinizi kontrollü bir biçimde ‘bilgiye muhtaç’ hale getirmeli ve karşılaştığınız insanlarla konuşmalısınız. Günleri aheste bir biçimde geçirirken o anları not etmek de hiç fena fikir değil.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu